20 Eylül 2012

TRANSSIBERIAN (2008)


                                                        TRANSSIBERIAN (2008)

    Transsiberian, adını Rusya'nın doğusundan batısına kadar uzanan binlerce kilometrelik Trans-Siberian demiryolu hattı-rotasından alan 2008 yapımı bir film. Kadrosunda Woody Harrelson,  Emily Mortimer gibi başarılı oyuncuları barındıran filmde "Sir" Ben Kingsley'de başrol oyuncuları arasında. Transsiberian iyi eleştiriler yoğunlukta olmasına rağmen sinemada parasal olarak çok iş yapamadı.Bunun en büyük sebebleri bir önceki filmi "The Machinist" ile sansaston yaratan yönetmen Brad Anderson'dan beklentinin çok çok yüksek olması ve malesef aynı dönemde vizyona giren bir çok filmi -tabiri caizse- mağdur eden "The Dark Knight" ile aynı anda vizyona girmesiydi.
    Transsiberian, adından da anlaşılacağı gibi sibiryada ve çoğunlukla trende geçiyor. Amerikalı evli çiftimiz turistik amaçla çıktıkları Rusya gezisinde sibiryayı en net şekilde bu tren hattı sayesinde görebileceklerini düşünüyor.Ancak yol boyunca karşılaştıkları insanlar hiçte onlar kadar sıradan ve masum değiller.Bu yüzden film boyunca herkesten ve herşeyden şüphe edecek, sürekli olacaklar hakkında tahminlerde bulunacaksınız.Bu durum sizi içten içe gererken üstüne birde dozajı çok doğru verilmiş aksiyon ile gerilmelere devam edebilirsiniz.
    Bu filme Sibirya, kar, o yörenin insanları, kartpostallık manzaralar, suç, biraz yol filmi, amerikalı turistler gibi etiketler yapıştırabiliriz.Tabi filmin çoğunun o klasik, gergin atmosferli eski bir trende geçmeside cabası. Transsiberian, "katilsiz,zombisiz,vampirsiz,psikopatsız,hayaletsiz bir gerilim filmi nasıl yapılır?" konusunda ihtisas yapmış bir film. İzleyinki, "The Dark Knight" yüzünden yaşadığı mağduriyete bir nebzede olsa teselli bulsun, sevaptır.

Hangi filme benziyor:
Gerilim: Panic Room
Benzer iklimde geçen: The Grey
Tren: The Darjeeling Limited

12 Eylül 2012

WE NEED TO TALK ABOUT KEVIN (2011)


                                                     WE NEED TO TALK ABOUT KEVIN (2011)

    Çok fazla ödüle aday oldu, bir çoğunu kazandı.Hem senaryosuyla, hem yönetmeniyle, hem genç yetenek Ezra Miller'ın kireç gibi suratıyla, hem de Tilda Swinton'un inanılmaz performansıyla kendinden çok söz ettiren 2011 yapımı We Need to Talk About Kevin son zamanlarda izlediğiniz psikolojik açıdan en rahatsız edici filmlerden biri olmaya aday.
    Adından da anlaşıldığı gibi film, gençliğini harika geçirmiş taze bir annenin(Tilda Swinton), doğduğu andan beri problemli hatta psikopat diyebileceğimiz bebeği Kevin(Ezra Miller) ile ilgili.Film boyunca Kevin'ın bebekliğinden gençliğine kadarki süreçi izliyoruz(Kevin karakterini 3 farklı oyuncu oynamış) ama bu süreç hiçte sevimli değil.Zaman zaman geriliyor, zaman zaman anne Eva'ya üzülüyor, zaman zaman babanın sonsuz tolerasyonuna kızıyoruz.
    Kevin, doğduğu andan itibaren annesinden sebepsiz bir şekilde -hatta bebekken içgüdüsel bir şekilde- nefret etmiştir. Yaşı ilerledikçe aynı oranda davranışları garipleşmektedir.Kevin bilinçli bir şekilde bu durumu babasına oldukça az hissettirirken annesinden tüm gücüyle nefret etmeye devam eder. Ta ki... cümlenin devamını getirmeyeceğim çünkü filmin sonunu söyleme gibi bir niyetim yok ama yeterince şok edici...
     Filmin bana göre diğer psikopatlı filmlerden en önemli farkı; konunun ana karakteri Kevin olmasına rağmen olayların odağına anneyi oturtması, bize filmi Kevin'ın değil annenin gözünden izletmesi.Bunu yapmalarının 2 önemli sebebi var:
    1- İzleyenler bu sayede film boyunca Kevin'ın ne hissettiğini ne düşündüğünü anlayamıyorlar bu da Kevin'ın film boyunca gizemli bir kişilik olarak kalmasını sağlıyor ve sürekli "neden" diye sordurtuyor.
    2- Bu sayede klasik "psikopatlı" filmlerden sıyrılarak bize herşeyi doğru yaptığını düşünen bir annenin çaresizliğini, tüm mücadelesine rağmen anne şefkatini sonuna kadar nasıl koruduğunu gösteriyor ve şu soruyu soruyor: Suçlu anne mi, baba mı, çocuk mu?
    Anne-baba olanlar ya da olmayanlar film bittiğinde muhakkak tek bir soru soracak: İnsan öz evladından ne zaman nefret edebilir?
    We need to talk about Kevin, tam manasıyla bir psikolojik gerilim filmi içinde macera öğeleri ya da ucundan kıyısından dram barındırmıyor.Şiddet sahnesi yok, kanlı bıçaklı sahneler yok.Ama anne ve Kevin her göz göze geldiğinde o gerilimi dibine kadar yaşayacaksınız.

Hangi filme benziyor:
Gerilim yönüyle: Das Experiment, American Psycho
Sorunlu genç: Stay, Tenderness

5 Eylül 2012

THANK YOU FOR SMOKING (2005)


                                                       THANK YOU FOR SMOKING (2005)

    "İsimden yola çıkarak filmin sigara probagandası yaptığını düşünmeyin sakın yok öyle birşey" diyerek başlayalım filmi tanıtmaya.Yönetmenlik kariyerine başarılı kısa filmlerle başlayan Jason Reitman 2005 yılında ilk uzun metraj filmi Thank You for Smoking'i çekmekle kalmadı, Christopher Buckley'in aynı isimli romanının senaryosunuda kendi yazdı.Bu ilk uzun metraj filminin çok iyi yorumlar almasında elbette çoğunuzun Dark Knight filmi ile tanıdığı Aaron Eckhart(Harvey Dent)'ın performansının da büyük etkisi vardı zira oyuncu Thank You for Smoking ile en iyi komedi performansında  Altın Küre'ye aday olmuştu.
    Bu film neredeyse tüm ülkelerde reklam yasağı bulunan tütün endüstrisinin nasıl bir strateji ile sigara tüketiminin -en azından- azalmamasını sağlama çabasına yüzeyselde olsa bir göz atmamızı sağlıyor.Film en basit haliyle bu yönden bile diğer çerezlik komedi filmlerinden sıyrılmayı ve konuyu çekici kılmayı başarıyor.
    Dünyanın en zor mesleklerinden birini başarıyla yapan boşanmış ve bir çocuk babası Nick Naylor'ın yaşamı işi ve oğluyla ikiye bölünmüş durumdadır.Mesleği, "tütün firmaları birliği" olarak adlandırabileceğimiz Big Tobacco'nun baş sözcülüğü olan Nick, sonu gelmeyecek bir konu olan sigara argümanını tüm dünyaya karşı savunmak durumundadır.Onu televizyondan tanıyan tüm insanların nefretini kazanan Nick'in aynı zamanda ilkokul çağındaki oğluna da örnek bir baba olması gerekmektedir.Filmde, bu sıkıntılarla yaşamını sürdüren Nick'in oğluyla, medyayla, tütün baronuyla ilişkisini ve kendinden nefret eden büyük bir kitleyle baş etme çabasını eğlenceli ve kaliteli komedi öğeleri ile izliyoruz.
    Thank You for Smoking, salt "espri yapabilmek" için böyle değişik bir konuyu işlemiş diye düşünebilirsiniz ancak filmde bundan çok daha fazlası var. Film, aslında " sigara" başlığı altında bu argümanın, tartışmanın çıkış noktasının profesyoneller tarafından nasıl ele alınabileceğini, farklı bakış açılarını anlatırken, haklı-haksız kavramının sonsuz varyasyonlarla yorumlanabileceğini gösteriyor aynı zamanda.
    Thank You for Smoking'i tercih edecekler, filmi "çerezlik bir eğlence" olarak düşünmesinler.Hele kara komedi olarak hiç düşünmesinler ancak muhtemelen 1 buçuk saat boyunca yüzünüzden tebessüm eksik olmayacak.

Hangi filme benziyor:
Eğlenceli yönüyle: Easy A
Benzer bir konunun işlenişi ile: Up in the Air

Hangi modda izlenir:
Hep o iç sıkıntısı ile geçen pazar günleri var ya, hah, o akşamların birinde izleyin, kimle izlerseniz izleyin.

1 Eylül 2012

THE WORLD'S FASTEST INDIAN (2005)


                                             THE WORLD'S FASTEST INDIAN (2005)

    Büyük usta Anthony Hopkins bu filmde yeteneğin çoğu zaman keskin karakter rollerinde ortaya çıkacağı genellemesini bir kez daha yerle bir ederek, farkını bu sakin, sıradan, sevecen ihtiyar rolünü oynarken bile gözümüzün içine soktu.Filmin beklenen hasılatı elde edememiş olması çoğumuzun bu filmden haberdar olmamasının en büyük sebebidir herhalde.Bende buradan yola çıkarak çoğunuzun ilk defa duyduğunu düşündüğüm 2005 yapımı bu filmden bahsetmek istedim.
    The World's Fastest Indian gerçek bir hikayeden uyarlama.Yeni Zelanda'lı sevimli ihtiyar Burt Munro(Anthony Hopkins) küçük kulübesinde yaşayan, komşuları tarafından sevilen ama "garip" olarak nitelendirilen bir adamdır.En büyük hayali ve yaşama amacı herşeyden çok sevdiği emektar 1920 Indian marka motorsikletiyle kara hız rekorunu kırmaktır.Bizde filmde bu hayalini gerçekleştirmek üzere Utah-A.B.D.'ye, kara hız rekorlarının kırıldığı kurumuş tuz gölüne yaptığı seyahati izliyoruz.Yeni Zelanda'dan bindiği gemi ile Amerika'ya, orada satın aldığı eski ve ucuz arabayla Utah'a olan yolculuğu boyunca karşılaştığı değişik tipleri ve Burt'ün bu kişilerle etkileşimini izliyoruz.
    Böyle uzun ve bilinmezlerle dolu bir yolda Burt'ün saf, iyi niyetli, herkese güvenen kişiliği ekran başında sizi çok endişelendirecek. Her an kazıklanacak, soyup soğana çevrilecek gerilimiyle filmi izleyeceksiniz. Anlayana şu ipucunu da söyleyeyim: Yönetmen "Karma"yı bu filmde tam kapasite çalıştırmış.
    The World's Fastest Indian aslında eğlenceli bir yol filmi.Ana temasının "rekor denemesi" olduğunu düşünmeyin sakın çünkü filmin vurucu kısımları daha çok Burt'ün kişiliği ve yaklaşımıyla yabancılardan aldığı reaksiyonlar.The World's Fastest Indian'ı izlerken azim, adanmışlık ve elbette biraz şansla mucizeye gerek kalmadığını farkedeceksiniz.

Hangi filme benziyor:
Eğlenceli yol filmi: Interstate 60, Little Miss Sunshine
Sportif azim: Cinderella Man

Hangi modda izlenir:
olum şöyle eğlenceli bi yol filmi izleyek lan? Euro trip falan gibi ergen komedisi değil ama şöle düzgün kaliteli bişey