21 Ekim 2012

THE DEVIL'S DOUBLE (2011)


                                                           THE DEVIL'S DOUBLE (2011)

     Saddam rejiminin bitişiyle hem belgesel hem sinema alanında patlayan yapımlar neredeyse sektör içinde mini bir "Irak" sektörü doğurdu.Bu mini sektörün kaymağı çoktan yendi artık diye düşünürken rejimin arka planında kalan, hem bizlerin hem sinemacıların diktatörlüğün çökmesiyle unuttuğu birini, Hüseyin ailesinin "psikopatını", Uday Hüseyin'i tanıtıyor bize The Devil's Double. Dominic Cooper'ın hem Uday'ı hem Latif Yahia'yı canlardırdığı, bence en iyi performansını sergilediği filmde Uday Hüseyin'in sınırları olmayan eğlence hayatını izlerken sadistliğinin de sınırları olmadığını göreceksiniz.
    Latif Yahia sıradan bir Irak askeri, bir subaydır. Ülkesine ve ailesine sağdık Latif'in tek bir kusuru vardır: Irak devlet başkanı Saddam Hüseyin'in oğlu Uday Hüseyin'e fazlasıyla benzemek. Bu benzerliği kaçırmayan Irak'lı yetkililer Latif'i başkanlık sarayına çağırır ve ona tabiri caizse "reddedemeyeceği bir teklif" yaparlar: Ya Uday'ın yerine geçecek ve dublörü, ikizi olacaktır, ya da ailesini ölüme gönderecektir. Bu teklif karşısında çok zorlanmayan Latif kararını şıp diye verir elbette. Ancak diktatörlük perdesinin ardında Irak halkıyla ancak rivayetlere dayanan bir tanışıklığı olan Uday o rivayetlerdeki kadar manyaktır, evet. Latif, tüm Bağdat'ı oyun alanı gibi kullanan Uday'ın hayatına girdikçe bu gerçek yüzüne daha sert vuracak, gittikçe olmak istemediği birine dönüşmeye başlarken, kurallarını Uday'ın koyduğu bu dünyadan kurtulmak için ödemesi gereken bedelin büyüklüğünü de anlayacaktır.
    The Devil's Double, tamamen gerçek bir hikaye üzerine kurulu. Bu hikayeyi yaşayan kişi de, sonra bunu kitaplaştıran kişi de Latif Yahia'nın bizzat kendisi. Bu bakımdan filme otobiyografik diyebiliriz.(diyebilir miyiz? bende tam bilmiyorum) Ayrıca içinde kararında aksiyon, biraz Irak-biraz saray, bir tutam gerilim, yalandan da bir aşk hikayesi bulabilirsiniz.
    Bu arada Latif'in Uday'a ne kadar benzediğini de buradan görebilirsiniz.

Hangi filme benziyor:
Irak konulu film: Green Zone, The Hurt Locker
Diktatörlük konulu film: Last King of Scotland, Der Untergang
Körfez savaşı konulu film: Jarhead

1 Ekim 2012

THE BOAT THAT ROCKED (2009)


                                                       THE BOAT THAT ROCKED (2009)

    Bilen bilir, rock müziğin anavatanı her ne kadar Amerikalılar da ellerinden geleni yapsa da her zaman Britanya'dır.En basitinden bakınız: Queen, Pink Floyd, Beatles, Rolling Stones, The Who, Led Zeppelin, NOKTA. Sayamadığım daha nice muhteşem gruplar zamanında nasıl efsane iseler şuanda da o kadar efsaneler. İyi de bu adamlar o şaheserleri yaratırken, rockstar olurlarken İngiltere'de herşey güllük gülistanlık mıydı? Gitarların sahnelerde yeni yeni parçalanmaya başladıkları bu dönemde ülkenin, hükümetin bu sert ve muhalif müziğe bakışı nasıldı? Hoşnut olsalardı The Boat That Rocked asla çekilemeyecekti.
    Rock müziğin artık dünyada geniş kitlelere hitap ettiği ve yukarıda bahsettiğim birçok efsanevi grubun temellerinin atıldığı 60'lı yıllar aynı zamanda dönemin muhafazakar hükümetlerine karşı daha bilinçli bir muhalif gençliğin oluştuğu, hippi dalgasının tsunamiye dönüşerek gelişmiş ülkeleri işgal etmeye başladığı zamana da tekabül eder. Tam bu dönemde İngiltere'de radyo sektöründe devlet eliyle tekel durumda olan BBC sadece klasik müzik ve jazz a yer verir programlarında. Çok geniş bir rock dinleyicisinin talebini karşılamak isteyen Quentin(Bill Nighy) eski bir balıkçı gemisiyle İngiltere karasularının dışında kuzey denizinde korsan radyo olarak kulaklardaki pası silmektedir. Geminin İngiltere'de en popüler olduğu olduğu zamanda okuldan atılan Carl(Tom Sturridge) vaftiz babası Quentin'in yanına, gemiye gider. Film Carl'ın gemiye ayak basması ve ekiple tanışmasıyla başlıyor. Her biri ingiliz halkının gözünde bir rockstar dan farksız 8 birbirinden garip, çılgın ve komik DJ, 1 lezbiyen aşçı ve çılgın patron Quentin ile başbaşa kalan Carl'ı siz düşünün artık.Zaten tüm film bu gemide geçiyor ve gemideki inanılmaz ortam içine sizi de sokmayı başarıyor. Ben şahsen Carl'ın yerinde olmak istemiştim izlerken. Söylemeden geçmeyelim gemimiz rock müzikten nefret eden hükümetin tüm yaptırımlarına karşı koymak içinde canla başla uğraşıyor film boyunca.
     The Boat That Rocked bir dönem filmi. Film, dönemin bu olaylarını abartmadan dramatize etmiş elbette ama gerçek hikaye demesekte gönül rahatlığıyla az çok yaşanmış olaylar diyebiliriz zira korsan rock yayını yapan bir gemi(Radio Caroline) gerçektende varmış o yıllarda.Film için %80 komedi %10 siyasi %10 dram diyebiliriz tür olarak ama rock n roll %100 kesinlikle. Yukarıda bahsettiğim grupları bilen, az çok dinleyen bir ekiple izlenirse filmden maksimum zevki alabilirsiniz. Çiğdemden ziyade cips-kola filmidir bu anlayana. Bu gece The Boat That Rocked'ı seçip seçmeme konusunda kararsız iseniz filmin hoşuma giden sloganını da yazayım tam olsun: "1 tekne, 8 DJ, 0 ahlak"

Not: Film boyunca dinlediğiz 60 kadar şaheserden 32'sini alıp cd yapmış satıyorlar. Rock n roll hayranları affetmesin süper playlist.

Hangi filme benziyor:
Ciddi rock n roll filmi: The Doors, Almost Famous, Pink Floyd The Wall 
Komikli rock n roll filmi: This Is Spinal Tap, The School of Rock, Tenacious D in The Pick of Destiny
Müzikli dönem komedisi: This Is Spinal Tap, Walk Hard: The Dewey Cox Story

Hangi modda izlenir:
Gençlik, tam ortama göre bi film buldum acaip komik, ful müzikli. Yok olm çok eğlenceli yazıyo lan öyle okudum.